20 Ekim 2012 Cumartesi

Ölümsüz

Costa Gavras'la tanışmam antilop'un tavsiyesiyle izlediğim Z (bizdeki ismiyle "Ölümsüz") filmi ile oldu.
Kısaca filmin künyesi yazayım.
Ölümsüz (Z)
Yönetmen :
Constantin Costa-Gavras.
Senaryo : Constantin Costa-Gavras, Jorge Semprun (Yunan Vasilis Vasilikos'un Z adlı romanından).
Oyuncular : Yves Montand, Irène Papas, Jean-Louis Trintignant, Jacques Perrin, François Périer, Charles Denner, Pierre Dux....
Yapımcı : Jacques Perrin, Hamed Rachedi
Müzik : Mikis Theodorakis
Yapım : Fransız,Cezayir
Türü: Dram, gerilim, politik
Dil: Fransızca
Süre : 127 dakika
1969 yılında En İyi Yabancı Fİlm ve En İyi Kurgu Oscarlarını almıştır. Çekimleri Cezayir'de yapılmıştır.

Filmi izlemeden önce ne yönetmen ne de film hakkında bir bilgim vardı. En ilgimi çeken aslında ismi olmuştu. Z. Kısa ve öz, etkileyci bir harf. İlk anda Zorro'nun kılıcıyla
bıraktığı izi anımsattı bana..


Aslında politik bir film diye biraz sıkılır mıyım edasıyla başladığım filme, göz açıp kapayıncaya kadar sonuna ulaştım. Hikaye çok tanıdık geldi. Gerçek bir hikayeden
kurgulanmasından değil, ki filmde adı hiç geçmemesine rağmen olay Yunanistan'da 1963 yılında suikasta kurban giden Grigoris Lambrakis ve çevresinde dönen olayları
anlatmaktadır. Ama bana sanki Türkiye'deki bir olay gibi geldi. Belki yaşamadığım ama hep büyüklerimizden dinlediğimiz olaylar, yıllar. Bu yüzden filme ilgim daha da arttı.

Filmin en başında şu yazı gözükür."Gerçek olaylarla, sağ ya da ölü olsun gerçek kişilerle olan benzerlikler tesadüfi değildir. Her şey KASITLIDIR". Ki birçok filmde tam tersi yazılır. İlk sahneden başlar etkileyci anlatım. Sağcı hükemet yanlısı bir polis şefinin,  bitkilere musatlat olan asalaklara benzeterek topluma zararlı kişiler yani solcularla da aynı şekilde mücade edilmesi gerektiğini belirten konuşmasıyla başlar.

"Bir ideolojik hastalık küf gibidir ve önleyici tedbirler gerektirir. Küf gibi, mikroplar ve çeşitli parazit unsurlar neden olur. Bu nedenle insanların uygun çözeltilerle
tedavisi kaçınılmazdır.
Birinci aşama okullarda oluşur. Burada, benzetmeyi bağışlayın, tomurcuklar hala çok gençtir. İkinci tedavi üniversite öğrencileri veya genç işçiler olarak çiçeklenmeye
başladıklarında olur.
Püskürtme ve kutsal milli hürriyet ağacını ideolojik küf hastalığından kurtarmak için en iyi zaman askerliktir.
Havadan atılan broşürler, köylülerimize yeni bir tür ideolojik küfün ülkemizi kasıp kavurmaya başladığını anlatıyor.
Bu yeni tür haince yayılıyor. Bu sinsi bir düşman bizi Tanrı'dan ve saltanattan uzaklaştırıyor.
Hareketimiz, bu düşmana karşı yönelmelidir."
Film, bir konuşması sonrasında, sokağın ortasında, polisin ve herkesin önünde saldırıya uğrayıp ağır yaralanan ve sonrasında ölen solcu milletvekilinin ölüm nedenin
araştırılması üzerinedir. Bu süreçte sağ yanlı hükümet ve polis, olayın üstüne kapatmaya, kaza süsü vermeye çalışacak kanıtları yoketmeye çalışacaktır. Ancak savcı bu
yönlendirmelerden etkilenmeyerek olayı iç yüzünü araştırır.


Filmin bitişinde akan yazıda ise filme emeği geçenlerin adları yerine askeri yönetimce yasaklanan her ne varsa onlar listelenir:
barış hareketleri
grevler
sendikalar
erkeklerin uzun saçlı olması
mini etek
The Beatles
modern ve popüler müzik
Rus usulü kadeh kaldırma
Bulgar usulü kadeh kaldırma
Sofokles
Tolstoy
Sokrates'in eşcinsel olduğunu yazmak
Ionesco
Sartre
Aragon
Lurçat
Aristofanes
Anton Çehov
Öripid
Pinter
Albee
Mark Twain
Beckett
sosyoloji
uluslararası ansiklopediler
özgür basın
modern matematik
ve antik yunanca'da "o yaşıyor" anlamına gelen Z harfi.

Filmde beni en etkileyen sahnelerinden biri de öldürülen milletvekilinin eşinin o donuk bakışı. Kadının gözlerinden hüzün, öfke, hiçlik hepsi okunuyor.


Ve tabiki savcının sorgulmalardaki ilk sorusu "Adınız,Soyadınız, Mesleğiniz?"





ve söylemeden geçemeyeceğim. Bir sahnede adamın gümleği üzerindeki siyah gül takıldı gözüme. Bu gömlekten babamda da vardı. Hatta pembe renkli bir diğer gömleğini kesip
tekrar şekillendirerek bana da dikmişti. Çok severdim o güllü gömleğimi :)

17 Ekim 2012 Çarşamba

Dördüncü Duvar

Az önce Woody Allen'ın "Annie Hall" isimli 1977 yapımı absürt komedi filmini izledim. Film sürekli kafası karışık bir komedyenin Annie Hall isimli keyifli bir şarkıcı ile olan ilişkisini anlatıyor. Film çok basit kadın erkek ilişkileri ve farklı bakış açılarına çok net ve zekice göndermelerde bulunuyor.



http://www.youtube.com/watch?v=YGz1nf7nwUM

Yazının adı "Dördüncü Duvar" da "Film Okulunda Öğrendiğim 101 Şey" kitabından bir bölümden geliyor:

'Dördüncü duvar, bir sahne ya da film prodüksiyonunu seyirciden ayıran hayali düzlemdir. İlk üç duvar, sahnenin ya da setin sol, sağ ve arka sınılarıdır. Dördüncü duvarı kırmak, bir oyuncunun bilinçli olarak kameraya bakması veya izleyicinin varlığının farkında olduğunu belirtmesiyle, sahnelenen ile gerçek arasındaki ayrımı ihlal etmesi anlamına gelir. Geleneksel filmlerde, bu ayrım neredeyse her zaman dikkate alınır ancak çağdaş ve post modern yapımlarda, daha fazla ihlal edilir ve bu kavramla daha çok oynanırç
Ekrandaki olaylar ve diyaloglar, dördüncü duvarın rahatsız edici şekilde kırıldığını hisseder. Ekranda görünmeyen anlatıcının, filmin ilerleyişine ilişkin bilgi ve yorum sağladığı seslendirme, genellikle dördüncü duvardan yumuşak bir geçiş sağlamaya hizmet eder.'

Annie Hall'da da bu dördüncü duvarın birçok kullanımını görebiliyoruz. Hatta filmde genelde figüran diye adlandırılan kişilerin beklenmedik anlarda yorumlar yaparak sahnede etkin hale gelmesi, filmi daha bir keyifli hale getiriyor. Yolda kendi halinde yürürken kendi kendine mızmızlanan Alvy'e yorum yapan kendi halindeki teyze, Alvy'nin yoldan alelade geçen bir çifte ilişki yürütme hakkında soru sorması ve çok doğal şekilde çiftin yanıtlaması filme adeta bir rüya havası katıyor.

Annie Hall'dan Seçme Sözler

[Alvy fantasizes being in love with the Wicked Queen from Snow White
Wicked Queen: We never have any fun any more. 
Alvy Singer: How can you say that? 
Wicked Queen: Why not? You're always leaning on me to improve myself. 
Alvy Singer: You're just upset. You must be getting your period. 
Wicked Queen: I don't get a period. I'm a cartoon character. 

http://www.imdb.com/title/tt0075686/quotes?qt=qt0373294

[Alvy addresses a pair of strangers on the street
Alvy Singer: Here, you look like a very happy couple, um, are you? 
Female street stranger: Yeah. 
Alvy Singer: Yeah? So, so, how do you account for it? 
Female street stranger: Uh, I'm very shallow and empty and I have no ideas and nothing interesting to say. 
Male street stranger: And I'm exactly the same way. 
Alvy Singer: I see. Wow. That's very interesting. So you've managed to work out something? 

http://www.imdb.com/title/tt0075686/quotes?qt=qt0373260

Paris Manhattan

Taksim'de yedi civarında çok uzun olmayan, keyifle izlenecek film için seçimimiz Paris Manhattan oldu. Üstelik Atlas sinemasında olması, girdiğimizde salonda bizden başka kimse olmaması daha da bir hoşluktu (Sanki şiire bağlayacağım).
Film romantik komedi ama fabrika usulu, sabun köpüğü bir Amerikan tarzı muamelesi görmemeli. Bu film bence Bayılırım Belaya tarzında (eyvah bu da Amerikan filmi ama hissiyat için diyorum) defalarca izlenebilecek bir film.


Film 30lu yaşlarında Woody Hallen hayranı güzel ve entellektüel Alice'in ve ailesi çevresinde gelişen romantik ve komik olayları anlatıyor. Yani romantik komedi işte. Fakat bu film 20-40 yaş arası bir çok benzer durumdaki bayanın ah ne güzel diye iç geçireceği, farklı farklı anlarında özendiği bir film olmayı sanki garanti ediyor.
Alice'in Paris'teki harika evi, süper Paris sokakları, kendine ait sevdiği ve özgür şekilde çalıştığı işi, çevresindeki yakışıklılar, anlayışlı ve enteresan ailesi... Herhalde herkes imrenecek bir nokta yakalayabilir.

Benim film sonrası antipati ile baktığım Woody Allen'a bir merakım kabardı (bu antipati sanki cahiliye dönemimdeki önyargı ya neyse). Bir de son zamanlarda okuduğum sinema ile ilgili kitaplardaki kafa karışıklığı (ne kadar çok iş varmış bir filmi çekmek için, ne kadar detay, bence film okulu mühendislikten zor olabilir!) ile filme bir bakış attım ve bu fılmde şunların çok çarpıcı olduğunu gördüm:
Mekan Paris, harika bir seçim; seçilen karakterler az abartılı (filmlerde genelde çok güzel, anlayışlı, hatasız insanlar kullanımı nispeten az, sonuçta film olduğu için var bir miktar mükemmeliyete yakınlık), karakterler sempatik ve ilgi çekici; güzel kız, karizmatik oğlan, garip ve sevimli aile fertleri; sonuç gülümseme ile izlenen, aralarda iç çekilen keyifli bir film.






1 Ekim 2012 Pazartesi

Costa Gavras ve Z

Kendisini keşfetmem ablamın film önerisi sayesinde olmuştur. Kendisinden aldığım "Z" ve "Le couperet" filmlerini izleyerek çok etkilendiğimi ve hakkında daha fazla araştırma yaptığımı söyleyerek başlayayım.


Z (Ölümsüz) 1969 yapımı, Yunanistan'daki baskıcı sağcı rejiime alenen gönderme yapan (“Any resemblance to real events, to persons dead or living, is not accidental. It is INTENTIONAL.”), bu zamanda geçen bir politik düzen oyununu anlatan vurucu bir film.
Cuma akşamı koltukta yatıp izleme ve "iki saat üst üste izlemeyebilirim yarın devam ederim yarım kalırsa gibi" bir laubalilikle başlayıp, bırakamadığım, yerimden zıplayıp bunlar benim memleketimde de sürekli oluyor diye üzüntülere, öfkelere kapıldığım film. Yves Montand filmin başrolünde yer alıyor, kadrodaki diğer oyuncuları da Gavras'ın diğer filmlerinde farklı rollerde görüyorsunuz. Yves Montand bu üçlemenin her birinde başrol oyuncusu ve gerçek yaşamdaki hayatı, eğilimi ve yaptıklarından onun da Costa Gavras gibi kaliteli ve insancıl yönlerine güvenerek diğer filmleri neler diye merak ediyorsunuz.

Le couperet ise harika şekilde işlenmiş bir kara mizah. Konusu anlatıldığında birçok insanın yok artık diye şaşırdığı ama bence biraz düşününce bir çok beyaz yakanın ya o seviyede olabileceği, oraya gelebileceği fakat farkında olmadığını göreceği çok gerçekçi ve çarpıcı bir film.

Bu iki filmi izleyince bir de sevgili antilopçuğumla blog mevzusuna giriş yapıp, ilk konuyu da Costa Gavras seçince hızımı alamadım ve "Politik Hoşgörüsüzlük Üçlemesinin" kalan ikisi olan L'Aveu (1970) ve Etat De Siege (1975)'i de bulup izledim.

Arkasından Sissy Spacek (Oscar Adayı olmuş bu filmle) ve Jack Lemmons'ın harika oyunculuklar sergilediği Missing (1982), Jessica Lange'e yine Oscar adaylığı getiren Music Box, John Travolta ve Dustin Hoffmann'ın Amerika'daki insaniyetten uzak vahşi medya dünyasından bir örnek hikaye sergiledikleri Mad City ve 2. Dünya Savaşından çarpıcı bir hikaye aktaran Amen ile devam ettim.

En son olarak da Eden is West isimli Fransa'ya gemi ile kaçak gelen bir mültecinin başından geçenleri anlattığı insanın içini cız ettiren, oyunculukta mükemmeliyet sayesinde belgesel kadar gerçekçi bir trajediyi izledim.

Costa Gavraz filmlerinde kitleleri, kalabalık kadroları yoğunlukla kullanıyor ve bunu belgesel havasında değil gerçek yaşam gerçekçiliği ile sunmayı başarıyor.

Costa Gavras'ın tüm filmlerinde insanlık, tarafsızlık ve vicdan öğelerini bulabiliyorum. Bunları bir de üstün yönetmenlik yeteneği ile birleştirince tanıdık ve keyifli bir dost sohbeti gibi, zevk alacağınızdan şüphe duymadığınız filmler ortaya çıkıyor.